Genellikle 17.yüzyıldan kalma yapıları, içiçe geçmiş kanalları ve bisikletleriyle ünlü sevimli şehir. Burada bisiklet bizim bildiğimiz gibi spor aracı olarak değil ulaşım aracı olarak kullanılıyor. Şehrin heryerinde bisiklet park yerleri görebilirsiniz. Amsterdam küçük bir balıkçı kenti iken 13.yüzyılda maceraperestlerin şehri inşa etmesiyle değişmeye başlar ve yavaş yavaş bugünkü haline gelir. Günümüzde ülkenin kültür, turizm başkenti olan Amsterdam 180 farklı ülkeden gelen topluluklar tarafından oluşturulmuştur. Bu kısa bilgiden sonra gelelim şimdi Amsterdam’ da yapılacaklar listesine.
Amsterdam’da Gezilecek Yerler – Gezi Rehberi
Burada gezilecek müze fazlasıyla var fakat bence 3 gün bu şehri doya doya gezmek için yeterli ve tabi ki de yürüyerek :)) Yorulduğunuz yerde ise yolunuza bisiklet ile devam edin, mutlaka bulunduğunuz yere yakın bisiklet kiralama noktaları bulacaksınız. Günlük 10 Euro
Dam Meydanı: Herkesin buluşma noktası, sokak çalgıcılarının ve dansçılarının show yaptığı yer. Kısacası şehrin kalbi.
Begijnhof: En güzel Amsterdam evleri bu bölgede. Ünlü Spui meydanına çok yakın bir konumda. Burada bulunan en önemli yapı 34 numarada yer alan Het Houten Huis adındaki şehrin en eski evidir. Tarihinin 1470 yılına kadar dayandığı söylenmektedir.
Rijksmuseum: Hollanda’ nın ulusal müzesidir. Dünyanın en büyük flemenk sanat koleksiyonuna sahiptir. İçerisi gerçekten çok büyük ve hepsini gezeyim derseniz yarım günden fazla zamanınızı alır.
Amsterdam Tarih Müzesi: Gezdiğimiz en güzel ve değişik müzelerden birisi. Bence kesinlikle gezilmeli. Amsterdam tarihini çok güzel slaytlar ve canlandırmalarla anlatmış. Gezmesi çok zevkli benden söylemesi. :))
Anna Franklin Evi: Eğer Amsterdam’ da vaktiniz az ise ve nereyi mutlaka görmeliyim diyorsanız cevabım kesinlikle burası. Soykırımdan kaçan bir ailenin 25 ay boyunca çaresizlik içinde yaşadığı ev. Evin en dikkat çeken kısmı kütüphanenin arkasına saklanan çatı katıdır.. Anne Frank’ ın odasının duvarındaki yapıştırmalar, lavabo ve klozet gibi bazı eşyalar halen korunmaktadır. Anne, 13 yaşında kendisine hediye edilen günlüğe içini dökmüştür. En büyük isteği ünlü bir yazar olmaktır. Her ne kadar bu hayali gerçekleşmese de günlükleri tarihe ışık tutmuş ve soykırımın simgelerinden birisi olmuştur. Ailesi ile beraber kimliği bilinmeyen bir Hollandalı tarafından ihbar edilene kadar 25 ay boyunca bu sığınakta yaşadılar. Yakalandıktan sonra toplama kampına gönderilmişlerdi. Çok kısa bir süre sonra tifüse yakalanmış ve ablası ile beraber hayatını kaybetmiştir. Frank ailesinden sadece baba Otto Frank kızıl ordunun gelmesiyle kamptan sağ çıkmayı başarmış ve serbest bırakılmıştır. Daha sonra Anna’nın günlükleri babasına teslim edilmiştir. Ve baba Frank günlükleri birkaç yayınevine götürmüş ve bugüne kadar ulaşmasını sağlamıştır. Anlatacak yazacak çok şey var. Bu nedenle kesinlikle bu evi ziyaret etmelisiniz.
Kanal Turu: Tren istasyonundan kalkan botlarla 1 veya 1,5 saat süren kanal turlarına mutlaka katılın..
Red Light District: İşte Amsterdam denilince akla gelen herkesin akın akın ziyaret ettiği cadde. Aslına bakarsanız çok da bir özelliği yok hatta bence hiç yok. Kadınların camın önünde (donmuş gibi durdukları genelde ellerinde telefon ileJ) ) kafelerin, dükkanları, tiyatroların olduğu boylu boyunca uzanan bir sokak. Sakın aklınıza şehir merkezindeymiş gibi gelmesin, şehrin göbeğinde, güvenli, normal yaşantının devam ettiği bir cadde burası. Sadece akşamları çok kalabalık oluyor bu nedenle çantalara dikkat.
Çiçek Pazarı: Eskiden Amstel nehri tekne ile gelen bahçıvanlar bu noktaya demirleyerek getirdikleri çiçek ve bitkileri satarlarmış. Zaman içinde de büyük bir Pazar halini almış.
Rembrandtplein ve Spui Meydanı: En güzel ve en ünlü meydanlarından birisi. Çevresinde çok sayıda bar, pub,restaurant ve cafe var. Spui meydanında bulunan Cafe Hoppe 1670 yılından beri hizmet vermektedir.
Vondelpark: Amsterdam’ın en güzel ve en büyük parklarında birisiymiş. Miş diyorum çünkü bizim vaktimiz kalmadığı için göremedik burayı. Fakat kesinlikle görülmesi gerekiyor. İlk başta bir grup hayırsever tarafından kurulan park daha sonra genişletilmiş, ve gölleri, gül bahçesi, çiçekleri ve orkestra yeriyle hippilerin toplanma yeri olmuş. Burada ayrıca sincaplar ve papağan kolonisi de yaşamaktadır.
Albert Cuypmarkt: Pazar gezmeyi severim diyorsanız gidilecek tek adres. Kıyafet, yiyecek, ayakkabı ve aksesuarlar kısaca yok yok . Pazartesi ve Cumartesi günleri 9:30 /17:00 arası açık. Özellikle tavsiyem her yerde göreceğiniz peynirleri kesinlikle buradan alın marketlere göre çok daha ucuz. Diğer bir pazar ise Dappermarket .Bu pazarda sadece ev eşyası ve giyecek var. Pazartesi/Cumartesi 09:00 /16:00 arası açık :)
Amsterdam’da Yeme İçme Yerleri
Tamam çok yorulduk gezmekten sıra geldi yemeğe. Herkese uygun yemek seçenekleri var fakat kesinlikle lezzetli patatesleri denenmeli. Bunun için de en doğru adres Vleminckx Sausmeesters. Zaten önündeki sıradan da hemen fark ediliyor. Bitterballen ( Hollanda’ya özgü kızarmış patates köftesi) Broodjes (Küçük sandwicler), De Prael ve Debe Keerde ünlü biraları , Flement Drop, yine Amsterdam’ a özgü likördür.
Pancake Bakery: 75 çeşit pancake mevcut. :)) Anna Franklin Evi ile aynı kanalda yer alıyor.
Bagels&Beans :Özellikle kahvaltı için tercih ediliyor.Mozeralla ve pestolu bagel harika kahvesi de şahane.
Amsterdam’da Akşam ne yapalım
Noodermarktt çevresinde çok sayıda cafe-bar mevcut
Cafe Wester En keyifli kafelerden birisi
Cafe Brecht Çay ve tatlıları çok güzel
Bunların dışında gece Herneken Bar ve Belgique Bar’ a gidilebilir.
Amsterdam’da Alışveriş
Amsterdam’ da alışveriş denilince akla tabi ki peynir ve küçük tahta ayakkabılar geliyor. Gerçekten çok şirinler, rengarenk ve her boyutta tahta ayakkabı mevcut. Diğer bir alternatif ise lale soğanı, büyük ve tek olabileceği gibi, 3’lü, 5’li ve 10 ‘lu olabilir. Veeee tabi ki Stroopwafels adlı bisküviler tadılmalı, hediyelik olarak da alınabilir. Kalverstraat trafiğe kapalı, sağlı sollu çok sayıda mağazanın bir arada olduğu en işlek cadde.
Leidsestraat Ortasından tramway geçer. Ünlü markalara ev sahipliği yapar.
The 9smalt Street: Alışveriş için en ilginç yerdir. 9 küçük sokaktan oluşur.
Hollanda‘nın tabi ki en güzel yeri bence kasabaları, köyleri. Biz Amsterdam’ a en yakın olan Volendam, Edam ve Marken’ i ziyaret ettik. Gelelim masalsı güzelliklere;
Volendam: Amsterdam’ a her 20 dk bir gece 00:00 ‘ a kadar uzaklıktaki şirin, masalsı kasaba. Central Station’ dan kalkan otobüsler ile gelebiliyorsunuz. Otobüsten indiğimde oradaki evleri görünce dediğim tek şey bir gün Amsterdam’ da yaşarsam orası burası olur. Üçgen evleri, yan yana dizilmiş küçük k kafeleri, bisiklet yolları ve sonsuz huzuruyla Volendam’ a aşık oldum. Hayatımda hiç bu kadar güzel evleri bir arada ahenk içinde görmedim. Hepsinin camının önünde ya mumluklar var ya da çiçek. Tüm evler sanki anlaşma yapmış, bir şölen sunuyorlar. Biz konaklamamızı burada yapıyoruz. Zaten kalabileceğiniz topu topu iki otel ar. Şehre yakın olması da bir avantaj. Hem sessizliği huzuru hem de şehrin canlılığını istediğiniz zaman yaşayabiliyorsunuz. Tabi otel sahibini sorguya tutuyorum burada nasıl ev alabilirim diye. Ev sahibi olabilmek için orada çalışmanız gerekiyor. Devlet böyle bir şart koymuş. Port boyunca kafeler, publar ve hediyelik eşya satan dükkanlar var. Tabi burada yer alan peynir fabrikasına girilmeli, peynirler tadılmalı ve peynir kesme takımlarından alınmalı. Burada küçük bir keşif yaptıktan sonra otobüsle diğer kasaba Edam’ a geçiyoruz. Sadece 15 dk sonra oradaydık. Burayı görünce insanların neden bu kadar sakin ve huzurlu olduklarını anladım. Çünkü yeşillik ve doğanın içinde yaşıyorlar. İsteyen koşusunu, yürüyüşünü yapıyor, isteyen yeşilliklere oturup kahvesini yudumluyor. İnsan başka ne ister ki? Edam, Volendam’ a göre çok daha büyük ama Volendam daha hareketli bir bölge. Zengin kesim burada yaşıyor. Amsterdam’ da çalışıp burada oturuyorlar. Nasıl olmasın ki evlerin hepsi şahane alıp kucaklayasım geliyor. Evet otelimize dönüş yaklaşıyor, kalkıyoruz ama gidemiyoruz. Oraya da bakalım, ay burası ne güzel derken bi sonraki otobüse kalıyoruz. Volendam’ a dönünce doğru porta gidiyoruz. Buradaki bir pub’ a oturuyoruz. İsmini hatırlamıyorum ama çilekli bir bira içiyorum tadı hala damağımda. Buranın en güzel tarafı herkes birbirini tanıyor, bir sürü insanla sohbet ediyoruz. Küçük yerlerin sıcaklığını burada da hissediyoruz. Bayılıyorum başka hayatları dinelemeye, kimisi ilham veriyor kimisi de sahip olduğun hayata şükretmene neden oluyor. Ve şahane bir şey oluyor. Tanıştıklarımızdan birisi iki tane Amsterdam kart veriyor bize tüm müzeleri bedava geziyoruz., ulaşımlar da ücretsiz oluyor haliyle. Buradan ona yeniden selam gönderiyorum. Gece geç vakit otele döndükten sonra sabah yeni bir yere gitmenin heyecanıyla uyuyoruz.
Marken : Marken 1200 yılında keşişlerin yeriymiş. 1957 yılına kadar dış dünyaya kapalı yaşamış . Burası Amsterdam’ ın köyü ama köy denemez pırıl pırıl şirin mi şirin bir yer. Yine sabah otobüse atlayıp buraya gezmeğe geliyoruz.. Tahta ayakkabıların yapım fabrikalarından birisi burada. Nasıl yapıldıklarını görmek için İçeri giriyoruz. Kadın anlatıyor ama ben büyüklü küçüklü rengarenk ayakkabıları incelemekten, fotoğraf çekmekten dinleyemiyorum bile. Evler yine aynı, üçgen yapı, bahçeli, heryer çiçek ve yeşillik içinde. Daswcw iki tane kafesi var. Herkes kendi halinde. Bisiklet sürenler, yürüyüş yapanlar, koşanlar. Huzr buraya da sinmiş. Ringa balığı çok meşhur ve tabi ki yanında cips.
Amsterdam ile yazacaklarım şimdilik bu kadar. Ama yeniden gidilmeli, kışın Volendam tadılmalı, Hollanda’nın başka kasabalarına keşfe çıkılmalı ve yürünmeli saatlerce, arka sokaklar, bilinmeyenler gezilmeli, kaybolunmalı… :)