Belem : Kaşifler Anıtı, Belem Kalesi, Manastr ve Pastel De Belem ( Nata )
Sabah erkenden kalkıp hemen herkesin tavsiye ettiği Belem ve Sintra’yı görmek için tren istasyonunun yolunu tuttuk. Önce Sintra’ya gitmek üzere yola çıksak da, okuduğumuz blog yazılarının yanlış yönlendirmesiyle aslında Belem’e giden tren istasyonuna gitmiş olduğumuzu farkettik ancak zaten Belem’e de aynı gün gitmeyi planladığımızdan çok da dert etmedik.
Belem’e gitmek için metroyla Cais de Sodre’ye gidip buradan trene ya da otobüse binebilirsiniz. Biz trene binmeyi planlamıştık ancak orada sorduğumuz kişiler otobüsün çok daha rahat ve hızlı olduğunu söyledikleri için otobüsle sahil yolundan yaklaşık yarım saatte gittik.
Önce Kaşifler anıtını daha sonra Belem Kulesi’nin gördük.
Lizbon bir kaşifler şehri, Vasco de Gama , Macellan ve daha bir çok ünlü kaşif bu şehirde yaşamış. 52 metre yüksekliğindeki Kaşifler anıtında en önde keşiflerin maddi destekçici Prens Henry ve arkasında Vasco de Gama, Magellan ve diğer kaşifler sıralanmış. 1940 yılında yapılan anıt, 1960 yılında Prens Henry’nin ölümünün 500. yılı anısına tekrar yapılmıştır. Lizbon’un simgesi haline gelmiş Anıt’ı görmenizi ve onun az ilerisinde bulunan Belem Kulesi’ni görmenizi mutlaka tavsiye ediyoruz.
Havanın da güzel olmasıyla bize güzel anı olacak fotoğraflarımızla hemen yolun karşısındaki büyük Manastır ın yanından geçerek Manastıra yüzünüzü (denize arkanızı ) döndüğünüzde sağ yanındaki kafelerin sıralandığı sokaktaki ünlü Pastel de Belem’e gittik. Sokağın başında bir Starbucks var, oradan da bulabilirsiniz.
Manastır oldukça ihtişamlı ancak biz içine girmedik.
Manastır Belem ilçesinin neredeyse yarısını kaplıyor ve okuduğumuz kadarıyla bu manastırdaki rahipler yakalarını kolalamak için yumurta akı kullandıklarından ellerinde çokça yumurta sarısı kalıyormuş ve böylece Portekiz’in ünlü tatlısı Nata ve ona benzer bir çok tatlı çeşidi ortaya çıkmış. Lizbon’un her yerinde bu tür hamurlu tatlılar yapan pastanelere rastlamanız mümkün.
Pastel de Belem; Nata denilen tatlının yapıldığı en ünlü pastahane. Nata tatlısı, şekerli milföy hamurundan yapılmış bir kap içine doldurulmuş çok koyu kıvamlı ve az pirinçli bir fırın sütlaca benziyor.
Yani milföy tatlısı ve fırın sütlaç seviyorsanız bu tatlıya bayılırsınız :) Pastel de Belem çok ama çok büyük bir pastahane. İçerisi labirent gibi uzanıyor. Pastahanenin iç duvarlarının alt kısmı tamamen bizim İznik ve Kütahya çinilerine benzeyen Portekiz’de birçok binanın dış kaplamasında da görülen çiniler ile kaplanmış. Pastahanenin dışındaki uzun kuyruk sizi yanıltmasın, o kuyruk paket servis kuyruğu. Tahmin edebileceğiniz gibi bu ünlü Portekiz tatlısını hediye olarak götürmek için sıralanmışlar. İçerde ise masaya servis var ve her bir Nata 0,90 Euro olup kahveleri de oldukça lezzetli ve ucuz. Biz denemedik ancak başka bir pastanede denediğimiz için diğer tatlı çeşitlerinin görüntülerine bakıp da büyük beklentilere girmemenizi öneririz. Nata oldukça hafif ancak aynı zamanda doyurucu. Bu yüzden 2 adedi bir porsiyon yerine geçer diye düşünüyoruz.
Belem’den dönerken, otobüsten indiğiniz yere zor gelir de pastanenin bulunduğu sokaktan çıktığınız yani Manastır’ın önündeki caddeden otobüse binerseniz çok uzun zamanda gidiyorsunuz. Geldiğiniz gibi direkt sahilden dümdüz dönmüyor, çok fazla dolaşıyor. O yüzden geldiğiniz büyük sahil caddesine dönüp aynı otobüslere binmenizi tavsiye ederiz.
Masal Dünyası Güzel Sintra
Sintra’ya Rossio Tren İstasyonu’ndan trenle gidebilirsiniz. Trene 1,40 € ücret veriyosunuz. Eğer ulaşım kartınızı doldurduysanız bu kartla rahatça binebilirsiniz.
Trenle yaklaşık 30-40 dakikalık bir yolculuktan sonra Sintra’nın merkezine varıyorsunuz. Burada Bir çok köşk ve kale var ve hepsini gezmeniz mümkün. Biz çok fazla kalmayacağımızdan yalnızca en çok tavsiye edilen yer olan Pena Palace’ a gitmek için hemen istasyonda indiğiniz yerden kalkan 434 numaralı otobüse bindik. Otobüse gidiş dönüş 5 € veriyorsunuz. Bu yüzden biletinizi atmayın, çünkü dönerken de kullanacaksınız. Eğer Seda gibi biletinizi attıysanız o zaman 3 Euro daha veriyorsunuz dönerken :)
Bu otobüsle dar bir yoldan dik bir tepeye tırmanıyorsunuz. Etrafınız harika ve bu mesimde bile yemyeşil ağaçlarla kaplı ve yolda az önce bahsettiğimiz diğer köşk ve kalelerin yanından geçerek gidiyorsunuz. Manzarası harika gerçekten. Bir masal şehrinde gibi hissediyorsunuz kendinizi. Yol kısa sürmüyor. Sanıyoruz 20 dakika kadar sürüyor. En tepede rengarenk kuleleriyle ancak masallarda olabilecek, pastaya benzeyen Pena Palace bulunuyor. Pena Palace’ın içine girmek ve sarayın içinde bulunduğu devasa park ı gezmek için toplam 11,5 € park ve saray giriş ücreti veriyorsunuz. Park girişinden saraya doğru bir yokuş çıkmanız gerekiyor. Yürüyerek yaklaşık 15 dakika süren bu yokuşu tırmanmak istemiyorsanız girişte biletlerinizi aldığınız kulübeden 3,5 € daha vererek otobüs bileti alıyorsunuz ve sarayın olduğu yere bu araçla çıkıyorsunuz. Biz yürümeyi tercih ettik ve yokuş olması dışında hiç problem yok. Bahçe harika ve çok bakımlı. Rengârenk çiçeklerle ve bitkilerle dolu. Bu bahçenin içinde yürümek gerçekten çok keyifli.
Pena Palace’ın dışı çok güzel. Rengarenk ve büyüleyici. Saray’ın içinde ne yazık ki “mutlaka görülmesi gerekir” diyebileceğimiz eşyalar sergilenmiyor, hatta Avrupa’ daki birçok saray ve müze yanında ne yazık ki vasat kalıyor.
Sarayın içinde güzel vitray boyamalar, orada yaşayan kral ve ailesinin yatak banyo mutfak gibi yaşam alanları mevcut ama öyle çok şaşırtıcı çok farklı bir yanı yok. Fakat Saray’ın içince girip üst kısımlara çıktığınızda göreceğiniz manzara gerçekten mükemmel. Bize sarayın içine girmemiz iyi oldu dedirten daha çok, sarayın mutfak eşyalarının sergilendiği mutfak bölümünden çıkılan manzarası harika terasında biralarımızı içip dinlenmekti. Gerçekten çok güzeldi. Bu yüzden sarayın içine girmeye çok da gerek yokmuş diye düşünürken bu fikrimizi geri aldık. :)
Sintra merkezde tren istasyonuna otobüsle indiğinizde yan yana duran hediyelikçilerde güzel tasarımlar var. Hediye severlere duyrulur :)
Aynı yollardan geçerek tren istasyonundan geri dönüp saat akşam 17:30 civarında Rossio’ya geri geldik.
Tramvay ile Lizbon gezintisi : Tram 28
Belem ve Sintra’yı aynı gün gezmenin verdiği yorgunlukla şehir merkezini de gezme planımız İrem’in tansiyonunun düşmesiyle suya düştü :) Bunda Pastel de Belem’de yediğimiz Nata ların doyuruculuğu sebebiyle öğle yemeği yememiş olmamızın da payı olabilir tabii :)
Apartımıza Rossio’dan 5 £ vererek taksiyle dönüp burada biraz dinlenip apartın altındaki pizzacının leziz pizzalarından yedikten sonra oldtown denilen eski şehrin tamamını dolaşmasıyla ünlü TRAM 28 denilen 28 numaralı tramvayla 2 tur attıktan ve tüm şehri bu şekilde tramvayla gezdikten ve son tramvaya da binip tramvayı kapattıktan sonra bomboş şehirde dolanarak Bairro Alto’ya gittik.
Tramvay Rossio, Baixa-Chiado gibi şehrin önemli yerlerinden geçiyor ve kalenin de yakınından geçiyor. Kaleye gitmek istiyorsanız hangi durakta inmek istediğinizi sormanızda fayda var. İrem daha önce Lisbon’a geldiğinde kaleye gittiği için bir daha oraya gitmeye çalışmadık. Zaten şehri yukarıdan gördüğü için sahip olduğu panoramik mazara dışında bizim gibi kaleleri bol bir ülkeden gelenler için çok farklı bir şey yok açıkçası. Bizim gibi şehir merkezinde kaldığınızda ise şehrin en büyük meydanlarından ve caddelerinden zaten sürekli geçtiğinizden buralara ekstra bir zaman ayırmanıza gerek kalmıyor. Şehirde bir çok kilise ve 18. Yüzyıl mimarisini yansıtan yapı var. Biz buraların içine girmeye çalışmak yerine görüntüleriyle yetinip şehri gezip yaşamaya önem verdiğimizden içlerine girmedik. Şehirde birkaç arkeoloji müzesi, jeoloji müzesi, birkaç botanik bahçesi ve zooloji müzesi mevcut. Ancak biz kısıtlı zamanımızı müze gezmeye ayırmak istemediğimizden buralar hakkındaki bilgileri başka yazılardan edinmeniz gerekecek :) Yalnız birçok arkadaşımız müze olarak Gulbenkian durağındaki Gulbenkian park ve müzesini tavsiye etmişti. Biz bu müzeye ne yazık ki gidemedik.
Porto – Lizbon Gezi Rehberi 3. Gün
Porto – Lizbon Konaklama Yerleri
Porto – Lizbon Nasıl Gidilir – Ulaşım Rehberi