Porto
Lizbon’da 3. Günümüzde Porto’ya otobüsle gitmeye karar vermiştik. Kalkar kalkmaz hazırlanıp Porto’ya gitmek üzere şehirlerarası otobüs terminaline Jardim de Zoologico durağından Sete Rios’a geçerek vardık. Porto’ya yarım saatte bir giden otobüslerden 12:00 otobüsüne giderek 3, 5 saatte bir mola vererek gitmiş olduk. Porto harika bir yer. Oldukça turistik. Halkı Lizbon’dakiler kadar ii İngilizce bilmiyor hatta ortalıkta yalnızca turistler var hissi bile uyanıyor.
Çok güzel nehre giden sokakları, yine güzel kiliseler, binaları olan çok sevimli eski bir şehir. Günübirlik gitmek yorucu olsa da Lizbon’a gitmişken Porto’ya gitmemezlik etmeyin deriz.
Şehir merkezinde biraz doladıktan sonra nehir kenarındaki dışarıda masaları olan restoranlarda balık ve deniz ürünü yemek ve şarap tadımlarına katılabilmek için doğruca nehir kenarına indik. Burası minik bir boğaz kıyısı gibi. Yani Sarıyer’in veya Tarabya’nın minyatür hali denilebilir. Hemen burada da bir kremalı ve bir de ızgara Bacalhau yedik.
Burada yediklerimiz 13 Euro idi ve Restauradores’de yediklerimiz kadar güzel değildi. Kremalı olan daha çok kremalı tavuğa benziyordu. İçinde patates de vardı karışık olarak. Pek beğenmedik açıkçası. Ancak 3 Euro olan kalamar gerçekten çok güzeldi. Deniz ürünleri konusunda oldukça iyi olduklarını bir kez daha görmüş olduk. Yemeklerimiz bittiğinde saat 17:00 olmuştu ve ne yazık ki şarap tadım mekanlarının hepsi kapanmıştı. Köprünün karşısında birkaç yer olabileceği söylendiğinden buraya gittik ama bu yakada da durum pek farklı değildi.
İrem daha önce bu yakadaki fabrikalardan birinde ücretsiz şarap fabrikası gezisi yapıp şarap tatmıştı. Fabrikayı gezip şarapların nasıl yapıldığını ve nasıl saklandığını görmek çok farklı bir deneyim. Artık Türkiye’de de şarap üretim aşamalarını görebileceğimiz yerler olsa da bu devasa ve çok eski fabrikalarda gezmenin tadı yine de bir başka oluyor.
Biz burada şarap fabrikalarının satış mağazaları da kapanmış olduğundan Casa do Galo isimli bir yerden İstanbul’a götüreceğimiz Porto şaraplarımızı aldık. Ruby denilen şarap türü, tatlı olan yani içinde brendi olan Porto şarabı ve farklı olan şarap aslında bu. Tawny denilen şarap ise brendi olmayan hali. Sanıyoruz sofra şarabı şeklinde tüketilebiliyor.
Rubylerin %19- 20 alkol oranı olup brendi nin de etkisiyle çok kolay içimli fakat kendisinden beklenmeyecek kadar kuvvetli bir şarap. Şaraplar ortalama 7,5 euro ancak 13 veya 6 euroya da bulabilirsiniz. En iyisinin Barros olduğu söyleniyor. Barros’un Ruby şarabının şişesi 13,5 Euro. Bizden söylemesi dikkatli olamakta fayda var. Bizim alışveriş yaptığımız yerin hemen bitişiğindeki mekan olan Rest Beira idi ve burası bizim alışveriş yaptığımız şarap mağazasının ortağı olduğundan yan taraftan aldığımız şarapları burada içeceğimiz söylendi. Önce kadehi 4,5 Euro ya birer kadeh Barros Ruby içtikten sonra yan taraftan 7,5 Euro ya aldığımız bir şişe şarabımız ve 10£ luk peynir tabağımızla güzel nehrin üzerindeki porto gondolları, ışıkları ve köprü manzarası eşliğinde şaraplarımızı içtik.
Porto’nun şekerli olan şarabı ( ruby ) şekerli ve yüksek alkollü olduğundan sofra şarabı değil. Yani yemeklerle içilmiyor. Bu şarabın dondurma, meyve ya da peynirle içilebileceği söylendi bize.
Hemen taksiyle terminale saat 23:30 da varmış olsak da son otobüs olan 00:30 otobüsüyle saat gece 4:00 de Lizbon’a vardık. Lizbon terminalinden Bairro Alto da yer alan apartımıza yine 5 £ vererek taksiyle döndük.
Lizbon’da Son Gün: Alfama Gündüz de Güzel
Lizbon’da son günümüz olup saat 16:00 daki uçağımıza yetişmeden önce asıl planımız metronun Oriente durağındaki Oceanarium ismindeki Avrupa nın en iyisi denilen akvaryua gidecektik ki şehrin merkezinde layıkıyla gezemediğimizi düşünüp bu plandan vazgeçip Alfama’daki dar ve güzel sokakları bir de gündüz geziyle görmeye karar verdik.
Alfama’da dar sokaklarda gezdikten ve bizim için Lizbon’un simgesi haline gelen dış kaplaması çini olan cumbalı binalar, dar sokaklar, dışarıya asılmış çamaşırlar ve fado mekanlarını daracık sokaklardan geçerek son kez gezdik. Fado müzesine de gitmeyi düşündük ancak uzun giriş sırası gözümüzü korkuttuğundan vazgeçtik.
En sevdiğimiz cadde olan Baixa – Chiado daki caddede aşağı yukarı tekrar gezip yine Santa Justa Elevador’una binemeyerek son kez Rossio’daki Confeitaria Nacional isimli pastanede Nata larımız ve hiç beğenmediğimiz diğer bir takım güzel görünüşlü ama kötü tatlı tatlılardan alıp kahvelerimizi yudumladık Lizbon sokaklarında. Böylece yolculuğumuz sona erdi.
Lizbon, çini kaplamalı yapıları, tramvayı, denizi, güzel yemekleri ve renkli gece hayatıyla sevimli ve samimi bir şehir; Porto ise, gondolları, ortasından geçen nehir ve küçük köprüsü, Dünyaca ünlü şarabı ile çok keyifli bir şehir olarak görülmeyi hak ediyor. İnsanlarının sıcaklığı Portekiz’in heryerinde hissediliyor. Uzaklığı size yorucu gelmesin, Portekiz o kadar değişik bir ülke ki, üzerinden geçtiğiniz diğer Avrupa ülkelerinin daha görkemli fakat daha kasvetli, soğuk ve yabancı ülkelerinden sonra Okyanus’un kenarında bize benzeyen insanların, bize benzeyen ülkesi olarak gittiğinize pişman olmayacağınız bir ülke. Bizden ama bir o kadar da değişik bir deneyim. Bizimle birlikte bu yolculuğu paylaştığınız için teşekkürler. Bir dahaki yolculuğumuzda görüşmek üzere. :)